TERAPİDEKİ YIKICILIK- YIKICILIĞIN SAVUNMA OLARAK KULLANILMASI (CELAL ODAĞ'IN VAKA ÖYKÜSÜ)

 Celal Odağ yıkıcı duygunun (yıkıcılığın savunma olarak kullanılması) terapiyi nasıl yıktığını kendi vaka öyküsünde özetliyor;

… Gördüğü, araştırdığı, okuduğu en nitelikli yapıtları, en kusursuz kişileri, en başarılı isimleri onaylayamadığının ve onları içindeki değirmeni çalıştırarak yıktığının bilincinde değil. Bu yıkımın işine yaradığını, bu yıkıma gereksinim duyduğunu algılamıyor. Bu yıkımla, tek kusursuzun kendisi kaldığı gerçeği bilincinin, çok uzağında. İçinde taşıdığı yıkıcı değirmeni kendi kendisine mükemmel ve tek oluşunu kanıtlamak için kullandığı düşüncesine yabancı Başkasının ülküsel özellikleri ve başarılarının kendisi için bir tehlike oluşturduğunu yadsıyor, bu tehlike ile ilgili kaygılarını böylece algılamıyor…

Hasta söylediklerimin çok uzağında, onları anlamıyor. Kendisine herhangi bir olumsuzu yakıştırmadığı, kendi eksiklerini, kendi kusurlarını da bir tehlike gibi algıladığı belli. Ama onun için asıl tehlike başkasının kusursuzluğu, başkasının mükemmel özellikler taşıması. Hasta sanki başkasının kusursuzluğunu, ülküsel özelliklerini kendi büyüklüğü, olağanüstülüğü, tek oluşunu sorgulayan bir tehlike gibi algılıyor. Bu tehlike ile başkalarının üstün özelliklerini yıkarak, onların yetersizliklerini ortaya çıkararak baş ediyor. Sanki beğenilen kişilerden düş kırıklığı yaşaması onun tek olmadığı, en üstün olmadığı acısının başarılı ve değişmeyen bir savunması…

Özet: Hasta ile bir kez elli dakikaya sığdıramadığım bir görüşme yaptım. Görüşmeyi, her türlü oyunu kullanarak uzatmağa çalışması hastada bir doyumsuzluğu, yalnızlığı ayrımsadığını, ılımlı bir kişiye ne denli gereksinim duyduğunu ele veriyordu. Yazar, birlikte ne yapabileceğimizi konuşmak için saptadığımız ikinci görüşmeye gelemeyeceğini sekreterime telefonla bildirdi. Bir daha da görünmedi. Bunu bekliyordum. Gelmeyişi varsayımlarımı doğruluyordu. Ben de hastanın ismi duyulan ya da ünlü saydığı kişilerin yazgısını paylaşmış, onlar gibi önce merakını uyandırmış, yıkıcı değirmenin kısa sürede (elli dakikada) bir kurbanı olmuştum. Böylece hastamız bir kez daha biricik oluşunu kendi kendisine kanıtlamıştı. Kıskançlık duyacağı yeni bir nesneyi de yok etmişti böylece. Ama benim yörede (Heinrich Üniversitesi Psikosomatik bölümünde ismi geçen bir baş asistan) dikkati çeken olumlu özelliklerimi yıkarak, kendisini de bir sağaltım olanağından da yoksun bırakarak. Aslında sonunda kendine dönen bir yıkımla kendisini yalnızlığa da iterek.

Bir kez daha karşılaşsaydım, (hasta bana bir görüşme şansı daha verebilseydi) onu anlamak için daha önce gösterdiğim özeni göstermez, süreyi uzatmaz, onu derinden anlamayı birincil amacım olarak öne almazdım. İnanmaktayım ki hasta için ben onu anlamağa başladığım noktada onun için tehlike olmağa da başlamıştım. Benim başarım, yani onu tanımam, bu çalışmada yazdığım gibi, onun dinamiğini anlamam, özetle onun tek ve kusursuz olmadığını gören bir kişi olmam, hasta için tehlikenin en büyüğünü oluşturuyordu. Ya da benim gibi sıradan bir terapistin onun gibi bulunmaz bir kişiyi anlaması, ona sınırlarını gösteriyor, belki de onu küçültüyordu…

 

Yorumlar

Popular Posts