UYGARLIĞIN HUZURSUZLUĞU (SİGMUND FREUD)



 İncelemedeki zorluk daha kitabın isminde başlıyor. Uygarlığın huzursuzluğu mu? Kültürdeki Huzurluk mu? Bu tartışma psikanaliz otoritelerinde bile hala devam etmektedir. Birey ve uygarlık arasındaki çatışma. Romain Rolland'ın ''Okyanus Etkisi'' adlı durumununa tepkisi ''hayatında hiç böyle bir etki hissetmediği'' yanıtı oluyor. Rolland'ın dini bir durum olarak baktığı okyanus etkisine Freud şu yönden bakıyor: Erken dönemde bebek kendini, nesnelerden ayrı, yani bireysel bir benlik duygusuna sahip olarak görmez. Bu birlik olma duygusu daha sonra bazı insanlarda devam ederken, okyanus etkisi denilen şey, herkesin bebeklik döneminde sahip olduğu türden (benlik ve nesnenin) farklılaşmamış deneyimin sürekliliğidir diyor. Bu açıklamalarına rağmen Freud dinin kökeninin bebeklikte yattığına inanmaz. Ona göre dinin kökeni; çocuğun çaresizliğinden ve bu çaresizliğinden dolayı babaya duyduğu özlemdedir, babaya duyduğu özlem daha sonra Tanrı'ya dönüşecektir diye açıklıyor dinin kökenini. ''Tanrı abartılmış bir baba figüründen başka bir şey değildir'' diyecektir. 


O halde hayatın amacı Freud için nedir? Cevap ''haz ilkesidir.'' İnsanlar tek tek doğaya ve diğer insanalara karşı koyacak güce sahip olmadıkları için uygarlığı kuruyorlar. Uygarlıkta özgürlükten farklı olarak, kurallar, beklentiler ve düzenlemeler ortaya çıkıyor ve insanın mutlu olmak ve korunmak için yarattığı uygarlık paradoksal bir şekilde insanların daha çok mutsuzluğu ile sonuçlanıyor. Freud sadece kendisinin değil, herkesinin uygarlığa düşman olduğunu savunuyor. Bunun nedeni, uygarlığın bireylerden bir dizi çelişkili talepte bulunması, onlardan aynı anda iki uyumsuz şeyi yapmalarını, düşünmelerini veya hissetmelerini istemesidir diyor. Çünkü insanlar uygarlık için ''saldırganlık ve cinselliklerini''bastırmak zorundadırlar.  Bu içgüdüler, önce bireyde dışsal bir otorite tarafından cezalandırılma korkusu olarak ortaya çıkar ve daha sonra bireyi cezalandırmaya çalışan bir vicdan yaratan (süper-ego) bireyin kendisi tarafından ele alınan suçluluk duygusu aracılığıyla bastırılır. Ancak uygarlık, başkalarına yönelik özgecil davranıştan da doğmuştur der. Kişinin karşı cinsine ve  aileden oluşan daha küçük bir gruba duyulan sevgi ile bir bütün olarak toplumun daha büyük grubuna duyulan sevgi arasındaki sonsuz çatışmaya rağmen varlığını sürdürür der. Bu çatışma, kadın ve erkek arasındaki çatışmayla daha da karmaşık hale gelir. Freud, kadınların toplumdan çok ailelerine bağlı olduğuna inanır.Uygarlık özgür seksi engelliyor ve bunu da "Nevrotik dediğimiz kişilerin tahammül edemediği şey tam da bu cinsel yaşam hüsranlarıdır" diye açıklıyor. Freud, bireylerin başkalarını kendilerini sevdikleri kadar sevmelerinin mümkün olmadığını söylerek Hristiyan inancına göndermede bulunmuş. ''Komşunu kendin gibi sev!'' 

İnsanlık, mutluluk şansının bir kısmını belli bir güvenlik ölçüsü karşılığında takas etti." diyerek aslında kitabı bana göre özetlemiş oluyor. 

Sonrasında süper-ego açıklamasına geçiyor; Başlangıçta çocuklar yaramazlık yaptıklarında, davranışlarının sonuçlarından, çocuklar suçluluk duygusuyla kendilerini cezalandırmaya başlarlar. Bir anlamda ebeveynleri zihinlerinde yer edinir.(Super-ego oluşumu.) Sonunda çocuklar, ebeveynlerinin onları azarlayan seslerinin yankılarını duymayı bırakırlar; kendi kendilerini azarlayan seslerini duyarlar. Ailenin kuralları, çocuğun süperegosunu oluşturacaktır. 

Suçluluğun iki kaynağı vardır: 

1) Dış Otorite korkusu ve 2) Süper-ego korkusu.

İkinci durumda, içgüdüden feragat artık bireyi süper- egonun sürdürmeye devam ettiği içsel suçluluk duygusundan kurtarmaz der Freud. Buna ek olarak, uygarlık, insanlar arasında sürekli artan sayıda ilişkiyi düzenlemek ve uyum sağlamak için suçluluk duygusunu güçlendirir der. Bireylerin tahammül etmekte giderek zorlaştığı daha baskıcı bir güç haline gelir.


Freud kitabının sonlarında söylemeye çalıştığı şeyin; Artan suçluluk duygusunun ve mutluluk kaybının uygarlığın ilerlesinin kaçınılmaz sonuçları (cezaları) olduğunu söyler. İnsanlar aslında suçluluk duyguları çekerler ancak bu bilinçdışı kaldığı için suçluluk duygusunu fark etmeden başka sebepler, başka hoşnutsuzluklar atfederler. Freud, bu bilinçdışı suçluluğun kaynağının, her bireyin içinde aşk (eros) içgüdüsü ile ölüm (thanatos) içgüdüsü arasındaki sonsuz mücadele olduğu sonucuna bağlıyor.

Yorumlar

Popular Posts